11 Ocak 2008 Cuma

kısa tarihim, Taksim, o Ocak sabahı,o zarf


kaç zamandır med cezir sandım
görmeyince seni silinir sandım
hapsolunca gözlerine
allah’ ım
nasıl
nasıl
nasıl da yandım…

birkaç efe ve bir iskele
sevdan olta bana
hadi rastgele
bende yerin dolmamış hala
işte ben
asıl
asıl
asıl
o zaman yandım..

gam çalar savurur koparıp aşktan
kalmadı farkım hiç kuru yapraktan
ne sefa ne vefa istemem versin
her nefes dilerim seni ben hak’tan

senden kaçmam gerek
seni aşmam gerek
nerde bende seni silecek yürek?

seni aşmam gerek
senden geçmem gerek
nerde bende seni silecek yürek?

gam çalar savurur koparıp aşktan
kalmadı farkım hiç kuru yapraktan
ne sefa ne vefa istemem versin
her nefes dilerim seni ben hak’tan

seni tanımadan sadece bir ay önce, şunları yazmışım kara kaplıya:

“taksim’deyim, adı güzel kendi güzel bir mekanda –arkadaş kitabevi- sevdiğim hem de çok sevdiğim insanlarla birlikteyim..mis gibi tarçın, çikolata, kahve kokan bu yerde etrafımda 38 gülen göz var.. bol bol kahkaha.. oysa havada asılı duran binlerce kelimenin biri bile girmiyor kalbime..
yalnızım.. bu kocca şehirde büyüttüğüm koccaman bi yalnızlık bu.. dolu dolu, tıka basa.. çok kalabalık bir yalnızlık. o kadar kalabalık ki içine girdiğimde kayboluyorum. ve elim adım başı başka bir yalnıza çarpıyor. ve burada şu anda, yanı başımda oturan, gülen, anlatan, güldüren, “elif’çim bugün çok güzelsin” diyen de yalnız. dün bindiği otobüste bir tacizciyi suçüstü yakaladığını abarta abarta anlatan da… “abicim ne pahasına olursa olsun biticek bu doktora” diyen de yalnız .. erkek arkadaşı kendisini aldattığı için ondan intikam almak isteyen de.. “hümanist düşünce dünyada kök salsa ne uganda’da iç savaş kalır ne de bizde sokak çocukları” diyen de yalnız ve yalnızlığını başkalarınınkine ekleyip aradan yırtmaya çalışıyor..

yalnızım işte..
kafayı başkalarının da yalnızlığına takmış bir yalnız. bunu en son itiraf ettiğimde, “amaaaan sen de abartıyorsun be güzelim. hayat dediğin zaten yalnızlık ama bak biz varız. bir sürü dostumuz, arkadaşımız, dünyanın en güzel şehrindeyiz.. ve bu şehrin en güzel yerlerinde. gerisi boş. bu kadar düşünmemelisin” yüzeyselliğinden sonra zafer kazanmışçasına karşıma dikilip daha çok sırıtan bir yalnızlık…
ama biliyorum, hissediyorum, sen varsın. bir yerde beni bekliyorsun, biliyorum. sen de kendi yalnızlığını büyütüyor ve bunu anlayacak biri olduğuna inanıyorsun. onu bekliyorsun sen de. iki yalnızlığı yan yana koyup ateşe vereceğin ve onlar cayır cayır yanarken elini tutup bu yangını birlikte kutlayacağın birini bekliyorsun. bu yapayalnızamayalnızlığınınfarkındaolmayanlar güruhuna inat, sen de yalnızlığın aslında, bu yalnızlığı giderecek birine kavuştuğun zaman tanıdığına şükredeceğin bir nimet olduğunu biliyorsun, buna inanıyorsun.. hissediyorum.. ama nerdesin? ve ben bu yalnızolanlaryalnızkalanlarşehri’nde seni nerde bulurum? nerdesin ?gel, beni bul ya da kendini buldur ve ateşe verelim elimizde miadı dolan bu nimeti… ”

sonra, bu satırlardan 1 ay sonra tanıdım ben seni. Ama yukarıdaki satırların anlattığının sen olduğunu ise ancak aylar sonra anladım.. sana vurulunca...
elime bu notlar geçince de iç geçirdim.. gülümsedim.. neler yaşıyor, neler biriktiriyor insan..
hani dersin ya bana “allah seni bana hazırlamış” diye.. evet, ben de buna inanıyorum.. allah beni sana hazırlamış.. iyi ki…

sana nasıl aşık olduğumu, beni evime bıraktığının onuncu dakikasında seni nasıl özlemeye başladığımı ve senin beni nasıl değiştirdiğini gören ve içimi gören/her gördüğünü seven-anlayan dostum bana ilk kez muhalefet etmişti..
“aşk değil bu kızım, manyaklık.. sen kimseye böyle aşık olamazsın”

evet , olamam , olamazdım…
ama oldum.. olabilirmişim…
kendimle çok savaştım.. parmaklarımı geçirip kan kokusunu hissedene kadar kalbimi lime lime ettiğim geceler oldu. senden kaçtım, çoook uzaklara, binlerce kilometre uzağa.. memleketin çok uzak bir Doğu köyüne.. ve orada içimin eeeeeen içine, senin giremediğini düşündüğüm en derin dehlizlere, en saklı köşelere.. hatta varlığını benim bile bilmediğim kadar derin yerler keşfettim içimde, senden kaçmak için gittiğim bu Doğu köyünde.. ama gittiğim her yerde yine seni bulup döndüm ben.. ve o köyden de, kendimle baş başa kalmak, sensiz bene dönmek için gittiğim o köyden de seninle döndüm.. sana döndüm. Gittiğim her yerde seni buldum, seni bulmuş beni buldum..

ve bu şarkı.. gam çalar..
kendimden kaçışlarımı, seni buluşlarımı, sana dönüşlerimi, sensiz bensizliğimi nasıl da güzel anlatır..
ve benim artık kaçmaktan, savaşmaktan, seni tanımamışçasına sensiz bir ben yaratmaya çalışmaktan yorulup da kendimi/kalbimi sana bıraktığım, sana dair ne varsa eyvallah dediğim, “hoştur bana senden gelen/ya goncagül yahut diken” teslimiyetine erdiğim noktanın notaya dökülmüş hali.

O soğuk Ocak sabahı, artık sende kaldığımı/sensiz beni kaldırıp attığımı anlaman, bu kendimle savaşların bittiğini görmen için, odana gelip masana bıraktığım zarfta ne varsa, hala aynı noktadayım ben…
“bir kağıt, bir kalem, bir silgi..
sen ne yazarsan güzel, sen neyi silersen güzel.”


1 yorum:

уαѕємin... dedi ki...

“bir kağıt, bir kalem, bir silgi..
sen ne yazarsan güzel, sen neyi silersen güzel.”

ne kadar güzel bir cümle...

yüreğinize sağlık

sevgiler..