26 Eylül 2007 Çarşamba

aaaa ne olmuş böyle?


canuşkam,

bi de baktım ki sana günlerce yazmamışım.. buraya yazmamışım da başka bi şey yapmış mıyım? yok!

kıbrıs dönüşünden yani bizim hem ticaret-hem ziyaret, iş toplanıları ile karışık evlilik yıldönümü tatilimizden sonra kopmuşum ben blogtan.... itiraf edeyim birazcık senden de... araya ayrı ayrı gidilen, ayrı ayrı çıkılan iş girmiş, ramazan girmiş, bayi iftarı girmiş falan derken.... gece 1 buçuk'tan önce "hayatım nasılsın" sorusunu soramaz olmuşuz birbirimize. böyle gitmez... benim derhal bu işe el atmam lazım:)


imza: seni çok seven ama bu aralar bunu pek gösteremeyen yarı-deli karın:)

4 Eylül 2007 Salı

dua


sevileni sevenin duasıyla koruyan Allah'ım,
O'nu iki cihanda aziz kıl...
bana da nefesini efsun kıl ki soluksuz kaldığımda soluğum O olsun...
ellerini bana merhem et, ki, benim onanmaz yaralarım O'nun ellerinde şifa bulsun...
O'na huzur ver!
en karanlık anlarına ışık,
en zor zamanlarına bolluk,
en güç zamanlarına kolaylık ver....
O'ndan önceki ömrümün her gününde beni O'na hazırlayan Allah'ım,
Onu iki cihanda aziz kıl...
bana O'nu ömrünün her saniyesinde mutlu edebilme keyfini yaşat..
gözlerinde gördüğüm huzurla mutlu olmamı sağla...
derdiyle dertlenmeme, ateşiyle yanmama/kavrulmama müsaade et...
beni benden iyi bilen Allah'ım..
O'nu iki cihanda aziz kıl...
varlığına şükürden mahrum bırakma beni... bizi üzerimizdeki nazarlardan esirge, bize kuvvet ver.
birbirimizde seni bulmamızı sağla..
ey yüce Allah'ım,
O'nu iki cihanda aziz kıl...

işte yaptım:)


işte yaptım...

demiştim ya "adını kalbimden sonra vücudumda da ölümsüzleştireceğim" diye... bugün yaptım:)

mutluyum:)
aylardır planlayıp bi türlü fırsat bulamadığım dövmeyi yaptırdım ve sana sunuyorum.. nefes aldığım müddetçe hem kalbimde hem bedenimdesin...
seni seviyorum. hayatımdaki herşeyden/hayatımdan çok!

denize kavuşan nehir....


Sen üzerinde nice şafakların söktüğü

Sevgi denizlerime akan büyük nehir

Sen biraz ışık, biraz tılsım, biraz büyü

Sen yıllardır yazıp bitiremediğim şiir


Durmadan bir gül açar ellerinde pembe

Sen nefes alışı en bakir güzelliğin

Gözlerin midir parlayan gökyüzünde

Bir güneş doğarcasına geceleyin


Ne zaman seni düşünsem yaşamak güzel

Bir bahar bahçesi olur güz bahçeleri

En karanlıklarda bile uzanır bir el

Kendiliğinden açar sabaha perdeleri


Sen varsan dallarda kuşlar memnun

Tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka

Öylesine gerçek ki var olduğun

Çarpar güzelliğin kıyılarıma dalga dalga


Tutsam ellerini içim ürperir hazdan

Başım döner gözlerin gözlerime değse

Kalan tek hatıradır gülüşün bir yazdan

Yokluğun da odur senin ölmek neyse


Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü

Her zaman en güzel, her yerde eşsiz

Sen yaprak, sen köpük, sen kuş tüyü…


3 Eylül 2007 Pazartesi

ekmek gibi su gibi... sen gibi!


SUSADIM

Susadım


Üç tane elma soydular,

üç tane portakal

Nafile

Bir bardak suyun yerini tutmadı


Acıktım

Kuş sütü,

kuru üzüm getirdiler

Nafile

Bir çimdik somunun yerini tutmadı


Seni düşündüm sevgilim şükrederek


Su gibi aziz olasın her daim

Ekmek gibi mübarek.

Bedri Rahmi Eyüboğlu




(ikinci evlilik yıldönümü hediyesiydi sana kesik uçla hattata yazdırdığım bu şiir.... 'işte' demiştim, ! ekmek/su neyse, o' sun sen...' hep öyle kal...)

yalan söylersem sana...


SEVGİLİM YALAN SÖYLERSEM

Sevgilim yalan söylersem sana

Kopsun ve mahrum kalsın dilim

Seni seviyorum demek bahtiyarlığından

Sevgilim yalan yazarsam sana

Kurusun ve mahrum kalsın elim

Okşayabilmek saadetinden seni

Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim

İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar

Ve göremesinler seni bir daha


2 Eylül 2007 Pazar

bu yıl...


evlilik yıldönümü sürprizi olarak başladığım bu blogu sana beş eylül akşamında göstericem.. o zamana kadar elimden geldiğince çaktırmamaya çalışıyorum :) gerçi "bilgisayarda ne yapıyorsun?" sorularına verdiğim cevaplarla tatmin olmayarak ısrar etmen üzerine anlıyorsun ne olduğunu ama, neyse!


e bunun dışında özel bi şey olsun istiyordum...
ilk yıl portre, ikinci yıl ise "susadım" kalıcılık, kendine haslık ve duygularıma tercüman olma amaçlarını yerine getirdiler...
bu yıl da aklıma gelen başka özel bir şeyi hayata geçirip, adını kalbimden sonra vücudumda da ölümsüzleştireceğim...

aragon'dan..


Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Korkuyorum senden

Korkuyorum yanınsıra gidenden

Pencerelere doğru akşam üzeri

El kol oynatışından

Söylenmeyen sözlerden

Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan

Korkuyorum senden

Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Kapat kapıları

Ölmek daha kolaydır, sevmekten

Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam sevgilim...
Aragon

çocuksun sen...


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen

Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu


Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen

Kum taneleri var ya onlardan birindeyim

Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor

Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte


Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum


Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun

Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı


Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum

Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup

Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar

Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa

Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun

Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların

Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar

Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa


Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan


Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit

Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse


Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık

Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık

Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada

Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak

Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin

Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun


Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada

Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.


Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil



Ahmet Telli


(bu şiiri yıllar yıllar öncesinden ezbere aldım ben...)

düşe kalka...


sen benim sarhoşluğumsun.

ne ayıldım,

ne ayılabilirim,

ne ayılmak isterim...

başım ağır,

dizlerim parçalanmış,

üstüm başım çamur içinde,

yanıp sönen ışığına

düşe kalka giderim!
nazım hikmet

külümün içinde külün...


Ben senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

İyisi mi,beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin

Fedakarlığımı anlıyorsun

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.

Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar...

Ama biz o zamana kadar

o kadar karışacağız ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.

Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip

filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak : biri sen biri de ben.

Ben daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım ama çok pek çok,

ama sen de beraber....


Nazım Hikmet

sevgilinin nefesi: frezya

"dünyanın en güzel çiçeklerinden biri,
kadıköy'de çingenelerin sattığı.
kış çiçeği.
aşk çiçeği.
sevgilinin nefesi kadar güzeldir."


http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=frezya

çiçeğini buldun



ortaokulda, arkadaşlarım daha “çocuk kalbi” ni okurken, elimde peyami safa kitapları ile gezerdim.. “yalnızız”ı 3, “matmazel noraliya’nın koltuğu”’nu 2, “fatih-harbiye” ve “dokuzuncu hariciye koğuşu” nu ise 1’er kere okudum… gerçi geçen gün fark ettim, son iki kitabı gayet iyi anımsıyorken, ilk 2 kitapla ilgili çok belirgin bi-iki detay dışında bi şey hatırlamıyorum.
peyami safa kitaplarının kelime hazinemi geliştirmek dışında bana ne kattığını sorarsan, kesinlikle “çözümleme hastalığı” derim. edebiyat çevresinde zaten takıntılı ve paranoid bi kişilik olarak bilinen safa, bu paranoyaları kitaplarında da çokça göstermiş ve okuyana da hastalıklı bi ruh hali vermiş.. tabi ben bir de ortaokul yıllarımda başladığım için bu kitapları bendeki hastalıklı ruh hali daha da kronik bi hal almış.. şu anda “normal” insanlara “o-ha” dedirten bi çok şey benim algılarıma göre normal geliyorsa ve ben de insanların bunu niye anlamadığını da anlamıyorsam, ortada bi şey var demek ki.. şu anda sekteye uğramış olsa da sevil hanım’ın terapi seansları beni biraz normalleştiriyor allah’tan:)

neyse, gelmeye çalıştığım nokta şu: evet, ben çok da normal bi insan diilim. zaten potansiyeli yüksek olan bu “anormalliğim” hayatıma sen girdikten daha doğrusu ben sana böylesine aşık olduktan sonra daha da arttı, zaman zaman pik yapıyor:) ama dediğim gibi, hissettiğim ya da düşündüğüm şeyleri engelleyemesem de artık en azından “anormal” olduğunu kabul edebiliyorum.

sen, “napalım hayat devam ediyor” dediğinde içimde yanan ormanları sana tarif etmeye çalışmıyorum mesela artık…. Ya da bunlar için seni bi şeylerle itham etmeye…

kendimi onarıyorum (mu)….

senin bana uzak/soğuk/mesafeli/ sevgisiz davrandığın ya da benim öyle olduğunu sandığım anlarda heeeep ben oraya gidiyorum işte.. hep o “napalım hayat devam ediyor” a…. Sorguluyorum tıkır tıkır… seni/beni/ gerçek mi diil mi bilemediğim bi sürü şeyi… kendimi kıyaslamalara sokuyorum salak saçma konularda…

kendine güveni sonsuz bi kadın olan ben konu bu olunca çocuklaşıyor muyum ne?

az önce,bahçemizde yetişmediği ve hiiiiiiiiiiiiç mevsimi olmadığı halde burnuma buram buram frezya kokuları gelmeye başladı...

hayatımdaki herkesi bi çiçekle özdeşleştirsem, mesela rahmetli emoş'uma şimşir düşer rahmetli ananeme fesleğen... kızıma hanımeli derim, beyaz. oğluşuma ise lilyum, tabii ki beyaz... sana mı? çok ilginç sana hiç bi çiçek gelmez aklıma... ama bu akşam, az önce, seni yazarken burnuma kokusu gelince frezyanın, sen de çiçeğini buldun...