27 Aralık 2007 Perşembe

duamdır sana...


bildiğim, dilimin döndüğü, kelimelerimin uzanabildiği, kelimeler bittiğinde kalbimden geçen ve sadece Rabb’ in duyduğu ne kadar dua varsa iyilik/güzellik/huzur adına, gönlümdeki en büyük makamda, adınla yan yana… dün de öyleydi, bugün de, bundan 5 yıl önce de, 5 saat önce de…

sen iyi ol, mutlu ol, huzurlu ol diye..
gönlün ferah, yolun açık, kalbin mutmain olsun diye…
yüzün hep gülsün, gözlerin ışısın diye..

hep böyle kal diye…



12 Kasım 2007 Pazartesi

Yerçekimli Karanfil


Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklimdi şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum iste
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Yerçekimli Karanfil, 1957
Edip Cansever

bana kalsın..


yağmurlar ve sen…
ayrılık neden?
sen yokken bu dünya nasıl dönüyor, bilmem…
aşk geldi kapımı çaldı..
aklımı başımdan aldı.
yani şimdi dünyanın bütün derdi bana mı kaldı?
kalsın…. bana kalsın.
hayat çiçek,sen balsın
kalsın… bana kalsın
hayat güzel, sen varsın

ay bana kalsın, günler bana
şarkılar bana kalsın, geceler bana
yalnızlık bana kalsın, gemiler bana

aşk tuttu dağı deldi…
balık olup denize daldı …
yani şimdi dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?
kalsın…. bana kalsın.
hayat çiçek,sen balsın
kalsın… bana kalsın
hayat güzel, sen varsın
ay bana kalsın, günler bana
şarkılar bana kalsın, geceler bana
yalnızlık bana kalsın, gemiler bana

7 Kasım 2007 Çarşamba

sensiz/soğuk/uzak bi şehrin havaalanında...

şimdi, tam şu anda...

senden uzak, üstüne üstlük bi de soğuk bi şehrin havaalanında, akşamın bu saatinde oturmuş gelen geçen yolcuları izlerken, insanların yüzlerine bakıp "hımm mutsuz birine benziyor" ya da "çok yorgun çoook" deyip yüzlerdeninsananalizi oynarken seni düşünüyorum aslında..

bu kısacık ayrılığı...

sonrasında iç çekiyorum.. daha uzun ayrılıkların tadını bilmemek/hiiiç öğrenmemek duasıyla... ve senin yanına gelir gelmez sana sımsıkı sarılmayı düşünüyorum.. ensene burnumu dayayıp kokunu içime çekmeyi...

canuşkam, adı canımdan öte sevgilim.. seni çok seviyorum..
hergün daha çok, hergün daha tutkulu ve hergün daha büyük bi şükürle...

sana aşık olduğumu anladığım o gün ne idiyse duam hala dilimde: tanrı, bana sesin/gülüşün/tenin/nefesin /kokun/adın/ellerin/kurban olduğum 'yerçekimli karanfil' gözlerinsiz bi hayat göstermesin...

seni seven deli karın:)

9 Ekim 2007 Salı

?!

such a lonely day....

26 Eylül 2007 Çarşamba

aaaa ne olmuş böyle?


canuşkam,

bi de baktım ki sana günlerce yazmamışım.. buraya yazmamışım da başka bi şey yapmış mıyım? yok!

kıbrıs dönüşünden yani bizim hem ticaret-hem ziyaret, iş toplanıları ile karışık evlilik yıldönümü tatilimizden sonra kopmuşum ben blogtan.... itiraf edeyim birazcık senden de... araya ayrı ayrı gidilen, ayrı ayrı çıkılan iş girmiş, ramazan girmiş, bayi iftarı girmiş falan derken.... gece 1 buçuk'tan önce "hayatım nasılsın" sorusunu soramaz olmuşuz birbirimize. böyle gitmez... benim derhal bu işe el atmam lazım:)


imza: seni çok seven ama bu aralar bunu pek gösteremeyen yarı-deli karın:)

4 Eylül 2007 Salı

dua


sevileni sevenin duasıyla koruyan Allah'ım,
O'nu iki cihanda aziz kıl...
bana da nefesini efsun kıl ki soluksuz kaldığımda soluğum O olsun...
ellerini bana merhem et, ki, benim onanmaz yaralarım O'nun ellerinde şifa bulsun...
O'na huzur ver!
en karanlık anlarına ışık,
en zor zamanlarına bolluk,
en güç zamanlarına kolaylık ver....
O'ndan önceki ömrümün her gününde beni O'na hazırlayan Allah'ım,
Onu iki cihanda aziz kıl...
bana O'nu ömrünün her saniyesinde mutlu edebilme keyfini yaşat..
gözlerinde gördüğüm huzurla mutlu olmamı sağla...
derdiyle dertlenmeme, ateşiyle yanmama/kavrulmama müsaade et...
beni benden iyi bilen Allah'ım..
O'nu iki cihanda aziz kıl...
varlığına şükürden mahrum bırakma beni... bizi üzerimizdeki nazarlardan esirge, bize kuvvet ver.
birbirimizde seni bulmamızı sağla..
ey yüce Allah'ım,
O'nu iki cihanda aziz kıl...

işte yaptım:)


işte yaptım...

demiştim ya "adını kalbimden sonra vücudumda da ölümsüzleştireceğim" diye... bugün yaptım:)

mutluyum:)
aylardır planlayıp bi türlü fırsat bulamadığım dövmeyi yaptırdım ve sana sunuyorum.. nefes aldığım müddetçe hem kalbimde hem bedenimdesin...
seni seviyorum. hayatımdaki herşeyden/hayatımdan çok!

denize kavuşan nehir....


Sen üzerinde nice şafakların söktüğü

Sevgi denizlerime akan büyük nehir

Sen biraz ışık, biraz tılsım, biraz büyü

Sen yıllardır yazıp bitiremediğim şiir


Durmadan bir gül açar ellerinde pembe

Sen nefes alışı en bakir güzelliğin

Gözlerin midir parlayan gökyüzünde

Bir güneş doğarcasına geceleyin


Ne zaman seni düşünsem yaşamak güzel

Bir bahar bahçesi olur güz bahçeleri

En karanlıklarda bile uzanır bir el

Kendiliğinden açar sabaha perdeleri


Sen varsan dallarda kuşlar memnun

Tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka

Öylesine gerçek ki var olduğun

Çarpar güzelliğin kıyılarıma dalga dalga


Tutsam ellerini içim ürperir hazdan

Başım döner gözlerin gözlerime değse

Kalan tek hatıradır gülüşün bir yazdan

Yokluğun da odur senin ölmek neyse


Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü

Her zaman en güzel, her yerde eşsiz

Sen yaprak, sen köpük, sen kuş tüyü…


3 Eylül 2007 Pazartesi

ekmek gibi su gibi... sen gibi!


SUSADIM

Susadım


Üç tane elma soydular,

üç tane portakal

Nafile

Bir bardak suyun yerini tutmadı


Acıktım

Kuş sütü,

kuru üzüm getirdiler

Nafile

Bir çimdik somunun yerini tutmadı


Seni düşündüm sevgilim şükrederek


Su gibi aziz olasın her daim

Ekmek gibi mübarek.

Bedri Rahmi Eyüboğlu




(ikinci evlilik yıldönümü hediyesiydi sana kesik uçla hattata yazdırdığım bu şiir.... 'işte' demiştim, ! ekmek/su neyse, o' sun sen...' hep öyle kal...)

yalan söylersem sana...


SEVGİLİM YALAN SÖYLERSEM

Sevgilim yalan söylersem sana

Kopsun ve mahrum kalsın dilim

Seni seviyorum demek bahtiyarlığından

Sevgilim yalan yazarsam sana

Kurusun ve mahrum kalsın elim

Okşayabilmek saadetinden seni

Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim

İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar

Ve göremesinler seni bir daha


2 Eylül 2007 Pazar

bu yıl...


evlilik yıldönümü sürprizi olarak başladığım bu blogu sana beş eylül akşamında göstericem.. o zamana kadar elimden geldiğince çaktırmamaya çalışıyorum :) gerçi "bilgisayarda ne yapıyorsun?" sorularına verdiğim cevaplarla tatmin olmayarak ısrar etmen üzerine anlıyorsun ne olduğunu ama, neyse!


e bunun dışında özel bi şey olsun istiyordum...
ilk yıl portre, ikinci yıl ise "susadım" kalıcılık, kendine haslık ve duygularıma tercüman olma amaçlarını yerine getirdiler...
bu yıl da aklıma gelen başka özel bir şeyi hayata geçirip, adını kalbimden sonra vücudumda da ölümsüzleştireceğim...

aragon'dan..


Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Korkuyorum senden

Korkuyorum yanınsıra gidenden

Pencerelere doğru akşam üzeri

El kol oynatışından

Söylenmeyen sözlerden

Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan

Korkuyorum senden

Sana büyük bir sır söyleyeceğim

Kapat kapıları

Ölmek daha kolaydır, sevmekten

Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam sevgilim...
Aragon

çocuksun sen...


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen

Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu


Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen

Kum taneleri var ya onlardan birindeyim

Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor

Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte


Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum


Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun

Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı


Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum

Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup

Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar

Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa

Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun

Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların

Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar

Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa


Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan


Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit

Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse


Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık

Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık

Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada

Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak

Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin

Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun


Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada

Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.


Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil



Ahmet Telli


(bu şiiri yıllar yıllar öncesinden ezbere aldım ben...)

düşe kalka...


sen benim sarhoşluğumsun.

ne ayıldım,

ne ayılabilirim,

ne ayılmak isterim...

başım ağır,

dizlerim parçalanmış,

üstüm başım çamur içinde,

yanıp sönen ışığına

düşe kalka giderim!
nazım hikmet

külümün içinde külün...


Ben senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

İyisi mi,beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin

Fedakarlığımı anlıyorsun

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.

Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar...

Ama biz o zamana kadar

o kadar karışacağız ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.

Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip

filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak : biri sen biri de ben.

Ben daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım ama çok pek çok,

ama sen de beraber....


Nazım Hikmet

sevgilinin nefesi: frezya

"dünyanın en güzel çiçeklerinden biri,
kadıköy'de çingenelerin sattığı.
kış çiçeği.
aşk çiçeği.
sevgilinin nefesi kadar güzeldir."


http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=frezya

çiçeğini buldun



ortaokulda, arkadaşlarım daha “çocuk kalbi” ni okurken, elimde peyami safa kitapları ile gezerdim.. “yalnızız”ı 3, “matmazel noraliya’nın koltuğu”’nu 2, “fatih-harbiye” ve “dokuzuncu hariciye koğuşu” nu ise 1’er kere okudum… gerçi geçen gün fark ettim, son iki kitabı gayet iyi anımsıyorken, ilk 2 kitapla ilgili çok belirgin bi-iki detay dışında bi şey hatırlamıyorum.
peyami safa kitaplarının kelime hazinemi geliştirmek dışında bana ne kattığını sorarsan, kesinlikle “çözümleme hastalığı” derim. edebiyat çevresinde zaten takıntılı ve paranoid bi kişilik olarak bilinen safa, bu paranoyaları kitaplarında da çokça göstermiş ve okuyana da hastalıklı bi ruh hali vermiş.. tabi ben bir de ortaokul yıllarımda başladığım için bu kitapları bendeki hastalıklı ruh hali daha da kronik bi hal almış.. şu anda “normal” insanlara “o-ha” dedirten bi çok şey benim algılarıma göre normal geliyorsa ve ben de insanların bunu niye anlamadığını da anlamıyorsam, ortada bi şey var demek ki.. şu anda sekteye uğramış olsa da sevil hanım’ın terapi seansları beni biraz normalleştiriyor allah’tan:)

neyse, gelmeye çalıştığım nokta şu: evet, ben çok da normal bi insan diilim. zaten potansiyeli yüksek olan bu “anormalliğim” hayatıma sen girdikten daha doğrusu ben sana böylesine aşık olduktan sonra daha da arttı, zaman zaman pik yapıyor:) ama dediğim gibi, hissettiğim ya da düşündüğüm şeyleri engelleyemesem de artık en azından “anormal” olduğunu kabul edebiliyorum.

sen, “napalım hayat devam ediyor” dediğinde içimde yanan ormanları sana tarif etmeye çalışmıyorum mesela artık…. Ya da bunlar için seni bi şeylerle itham etmeye…

kendimi onarıyorum (mu)….

senin bana uzak/soğuk/mesafeli/ sevgisiz davrandığın ya da benim öyle olduğunu sandığım anlarda heeeep ben oraya gidiyorum işte.. hep o “napalım hayat devam ediyor” a…. Sorguluyorum tıkır tıkır… seni/beni/ gerçek mi diil mi bilemediğim bi sürü şeyi… kendimi kıyaslamalara sokuyorum salak saçma konularda…

kendine güveni sonsuz bi kadın olan ben konu bu olunca çocuklaşıyor muyum ne?

az önce,bahçemizde yetişmediği ve hiiiiiiiiiiiiç mevsimi olmadığı halde burnuma buram buram frezya kokuları gelmeye başladı...

hayatımdaki herkesi bi çiçekle özdeşleştirsem, mesela rahmetli emoş'uma şimşir düşer rahmetli ananeme fesleğen... kızıma hanımeli derim, beyaz. oğluşuma ise lilyum, tabii ki beyaz... sana mı? çok ilginç sana hiç bi çiçek gelmez aklıma... ama bu akşam, az önce, seni yazarken burnuma kokusu gelince frezyanın, sen de çiçeğini buldun...




23 Ağustos 2007 Perşembe

seni seviyorum


son "sarsıntımdan" sonra içimden pek bi şey yazmak gelmemişti buraya... kızgındım ya, kırgın..

sonra seninle konuşunca rahatladım biraz. bu tarafını seviyorum işte senin!

"tamam" dedin, "hatalı olduğum yerleri kabul ediyorum"

" ama sırayla gidelim ve ben önce bu anladığım tarafımı düzelteyim. diğerlerine sonra geçeriz, olur mu?"

olur...
seninle "biz" olup "ben" lerimizi didik didik etmemizi seviyorum ben..
birbirimizin nefes alışından halet-i ruhiyemizi anlamamızı seviyorum..
"bak, bunları konuşuyoruz ama kavga etmek istemiyorum" diye başlayan cümlelerini seviyorum...
seninle karşılıklı dedikodu yapmayı,
balkonda oturup magnum premium yemeği,
ilişkimiz tarhi boyunca, kurtlar vadisi, çemberimde gül oya, bir istanbul masalı'ndan sonra tiryakisi olduğumuz tek diziyi, lost'u izlemeyi seviyorum.
sen film seyrederken senin dizine yatıp uyumayı,
sonra senin gecenin birinde/ ikisinde "hadi hayatım odamıza gidelim" diyen sesini,
bunların bana verdiği huzuru,
sen evde yokken seni bekleyişlerimi,
sen gelmeden uyuyamayışlarımı seviyorum...
ben seni seviyorum, herşeyinle, her ikliminle...


8 Ağustos 2007 Çarşamba

tutsak gibi, enkaz gibi, kendim gibi


rgınım.

çok...

ağladım.

çok...



bu kez anladım, kuru dallardan yapma

bi köprüden geçiyorum..

ben ordaydım, erbabı yalnızları

yutan kentler biliyorum..

bu kez anladım,hüzünlerden bozma

mutluluklar yaşıyorum..

ben ordaydım,

acemi aşıkları boğan sular biliyorum..

ne müttefik belli ne sığınakların yeri


kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür,

sonu yok bunun, boşluklardan boşluk beğendim.

vazgeçtim bugün herşeyden halsiz şu kalbim.

kan revan içinde hep kanamaz denen yerlerim


hem

suçsuz

hem

güçsüz

hem

halsiz...


bu kez anladım, kartonlardan yapma

siperlere pusuyorum

ben ordaydım

huzurlu zamanları yıkan sorular biliyorum

6 Ağustos 2007 Pazartesi

dokunduğum en sıcak ağustos akşamı...


geçtiğimiz cumartesi günü...

yani 4 ağustos, yani tarihimizdeki en önemli/ en özel gün...

yüreğin mengenelerden çözüldüğü gün!

haftalar süren "acaba"ların, "belki"lerin, korkuların,endişelerin,soruların ve sorunların noktalandığı gün...

bugün sahip olduğumuz ne varsa, hepsine kucak açtığımız gün...

ki, haftalarca tüm bunları kaybetmenin sınırlarında dolaşmışken...

sensiz bi hayatın kıyısından dönüp, seninle dolu bi hayata "evet" dediğim,

neşeni neşem, sıkıntını sıkıntım bilmeye talip olduğum,

kapıdan içeri eğri odun sokmamaya and içtiğim,

hayatımda hiçbir şeyi için etmediğim kadar çok ettiğim dualarımın kabul olduğu,

içimde büyüyen hediyeye "hadi gel seni bekliyoruz" dediğimiz gün...

4 ağustos....

ömrümüzün tüm 4 ağustos'larında aynı şükürle ve heeeeeep beraber olmak duasıyla.

canuşkam,

seninle evlendiğim, eşin olduğum için çok memnunum ve seni herşeyden çok seviyorum.
kendimden çok!




29 Temmuz 2007 Pazar

devam...



işte sana hazırladığım meyve tabağı... karpuza dikkat:)

# bak bu da bende yaptığın bi değişiklik, sana aşık olduktan ve hayatımda sen mutlu etmek öncül amaç haline geldiğinden beri, ben senin yiyeceğin karpuzun çekirdeklerini de ayıklıyorum:) arada olmuştur ayıklayamadığım ama o da ya çocuklardandır ya da aceleden falan...

# çayının şekeri var tabi bi de:) eğer sana çay koyarken, şekerini atıp karıştırmıyorsam, yani yapabilecekken yapmıyorsam,ben de bi "hal" var demektir.. alıştın ya:)

# kışın,sen duştan çıkana kadar iç çamaşırlarını ısıtıyorum mesela:)

# seni "tanıdıktan" sonra mesela, sen araba kullanırken gazeteleri sana sesli okumaya başladım.. ilgini çekebilecek haberleri seçiyor, sesli okuyor ve üzerinde seninle yorum yapıyorum... tabi çocuklar arabada diilse:) yoksa çok mümkün olmuyor....

bakma, bu liste daha çoooooook uzar.. ama hepsinin çıkış noktasında 2 şey var: birincisi, hayatın her noktasında, adımın olduğu her an hissettiğin/yaşadığın huzur olsun/mutluluk olsun istiyorum.. ikincisi de her ne olursa olsun seninle paylaşmak! ne olursa olsun... bu his, 4 yıldır her an böyle, umarım bi 34 yıl daha böyle olur..

sonrasına allah kerim:)

sen thai box izle, ben seni..:)

şu anda sen yanıbaşımda, ellerin çenenin altında kilitlenmiş/yastığın üstünde, önünde sigaran, kültablan, tv kumandası, gözlerin fox tvde thai boxa kilitlenmiş gökhan saki izliyorsun...

''sayın seyirciler, gökhan saki, boğaziçi üniversitesi mezunu, galatasaray fanatiği, dünyanın en iyilerinden.. yunan rakibi de iliadis..''
tahminen 1 dk sonra da:
''eveeeet maç bitti sayın seyirciler. yunanlı neye uğradığını şaşırdı... durumu çok vahim. aman allahım neler oluyor neler? yunanlı yerde, kalkamıyor.. bu ne böyle?... kısa bir reklam arası...''

bense elimde laptopum dün çektiğim resimleri fotoğraf makinesinden boşalttım, kalkıp kızımı tuvalete tuttum, sonra oğluma baktım geçerken,maymununa sarılmış uyuyor, aşağı inip koltuğuma geçerken sana bi öpücük verdim... sonra yine sana bi şeyler yazayım istedim.
bi şey düşünerek oturmadım aslında blog başına... ama sen thai boxu, ben seni izlerken aklıma hayatımda değiştirdiklerine değinmek geldi.. küçük detaylara, belki de küçük diiller kocamanlar.. ama arada kaynayan nüanslara.

# ben seninle tanıştığımda kurtlar vadisi yeni başlamış bi diziydi, sen bi kurtlarvadisikoliktin ve bu dizi -aslında diziden fazla bi şey,strateji oyunu- hiiiiiç ilgimi çekmiyodu.. ama sana aşık olduğumu anladıktan sonra seninle ortak bi nokta yaratayım diye tam mesai kurtlar vadisi fanı oldum:) sonra zevk aldım mı? evet hem de çok!

# kendime çok dikkat etmez, bi topuz yapar, iki allık atar çıkardım dışarı eskiden, o da canım makyaj yapmak isterse, yoksa bi rimele bakardı.. ama senden sonra "allahım beni hep güzel görmeli" kaygısı taşımaya başladım.. mümkünse sabahları da fönlü uyansam da sen benim saçlarımı dağınık görmesen:) - sen her halinle güzelsin hayatım, demen, beni mutlu etmiyor diil tabi:)-

# ince topuklu ayakkabı:)
seninle tanışana kadar sadece ve sadece vid'lerimde -very important day- kullandığım bi aparat olan ince topuklu ayakkabılar, şimdi günlük hayatta da vazgeçilmezim oldu:) ayakkabı alırken iki kişilik düşünüyorum:) benim beğendiğim/senin beğendiğin:)

# elveda dolgu topuk
sana "itici" göründüğü için bye bye dediğim dolgu topuk alışkanlığım..... :) ama işin garibi ben de kendimi "zarif" hissetmiyorum artık dolgu topukla!

#sarı saç:)
şu hayatta büyük konuşmayacaksın:)
fakülte 1. sınıfa kadar doğal halinde kalan kumral saçlarım, 1. sınıftan 2. sınıfın sonuna kadar kızıl, 2. sınıftan itibaren de -bi arkadaşımın ifadesiyle- zifir siyahken "abi hayatta yapmayacağım 3 şeyi sorsalar, 1.sırada saçlarımı sarı yapmak vardır herhalde" diyordum:)
hah hah haaaaa:):):):):):):)

"hayatım müsait olduğunda karpuz ve şeftali hazırlar mısın?"
"tabi bebeğim.."

şimdi gidiyorum canuşkam..
sana karpuz kesicem:)

28 Temmuz 2007 Cumartesi

nasıl yani?


bu akşam, odamızda uzanmış, bi yandan benim geçen hafta doldurduğum ve takıntı halinde hergün hergün dinlediğim şarkılardan oluşan cdyi dinlerken bi yandan sohbet ettik.. işte benim eeeeen sevdiğim anlar onlar..

fonda vedat sakman: ''hastayım/yorgunum/seni bekliyorum... zaman akışta...''

sen- kim bu adam? sesi ne kadar güzel.

ben- hani sezen aksu'nun perişanım şimdi'si var ya, onda vokal yapan tok ses işte. vedat sakman..

sen- şarkı da çok güzel

ben- evet ben de çok seviyorum

.........................................................

ben-hayatım, beni seviyor musun?

sen- canım benim, seni çok seviyorum

ben- teşekkür ederim, ben de seni çok seviyorum...

.........................................................


bi de sevgi/aşk meselelerini konuştuk senle... ama ben çok tatmin olamadım. beni terapistlik eden takıntılarım depreşti yine. sen ''aşkın gelip geçici bi duygu olduğundan, sevginin daha uzun soluklu/kalıcı/gerekli ve sağlıklı bi duygu olduğundan'' bahsettin... ''aşık olursun ama o her an herşeye dönüşebilecek bi duygu... ama sevgi öyle diil, daha mantıklı daha sağlam...'' dedin..

ben de yine kriz anıma dönerek değişen elektriğimi belli ettiğimde,''bunu yapma hayatım ben kötü bi şey söylemedim.. ben seni çok seviyorum ve bunun ne kadar sağlıklı bi duygu olduğunu anlatmaya çalışıyorum.. beni anlamayı denesen?''

- ben seni anlıyorum da anladıklarımı kabullenmeye çalışıyorum şu an. birazdan geçer

- ama neyini kabulleniyosun anlamadım ki ben kabullerinin dışında,seni karamsarlaştıracak bi şey söylemedim .. bebeğim, seni çok seviyorum!

..........................................................


belki de ben beni ''mantıksızca'' sevmeni istiyorum ne biliyim?

belki seni 1 saat görmeyince içine düştüğüm o rabıta hali, benim bu mantıktan yoksun aşk kanadımdan geliyor...

sen beni -hala- her aradığında kalbimin çarpıntısı hala bu aşk'tan dolayı artıyor...

- ben sana hem ilk günkü gibi aşığım hem de çooook seviyorum, nasıl olacak o zaman?

- e ne güzel!


evet, çok güzel...


PS/bi haftadır alışkanlık haline getirdiğimiz üzre, çocuklarımızla havuzda akşam sefası yaparken, sen bize katılan baban ve ufaklıklarla beraber oynarken, sizi bırakıp yüzmeye başladığımda, kollarıma bi şeyler değdi. sandım ki çocukların oyuncakları ta havuzun bu ucuna kadar geldi. sonra bu ''şeyler'' bacaklarıma dolanmaya ve sürtünerek canımı yakmaya başladı... derken kollarımın aynı anda bi kaç yerinde hissettim.. boğazımda.. sonra da içine dolandığımı!
bunların havuzun tahliye boruları olduğunu anladığımda kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor, tüm gücümle hortumların arasında çıkmaya çalışıyordum... arkadan sesin geliyordu ''hayatım uzaklaşma fazla ya!''
gecenin karanlığında görmüyordun tabi panik ve korkumu... havuzun sonuna geldiğimde önce dua ettim bu korkuyu atlatmış olmanın verdiği şükürle... sonra derhal merdivenlere yönelip yürüyerek yanınıza geldim. çoooook uzun zamandır bu kadar korkmamıştım:(

demek ki 99 depremi dehşetinden 2 gün önce yaşadığım deniz kazasını hala atlatamamışım... evimin havuzunda bile olsam, sudan hala çoook korkuyorum!

27 Temmuz 2007 Cuma

ilk dans


seninle ilk dansımızı bu şarkıda yapmıştık... aslında ilk dansımızı bi şiirde yapmıştık biz:) "ben sana mecburum" diyordu ibrahim sadri.. cem karaca , o iç titreten sesiyle "seni bilmiyor kimseler, bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden" derken, içimden ne gemiler kalkıyordu benim..

ofisteydik.. elimi tutup, sarılmıştın... "sana kullanılmamış bir gök getiremezdim" ama sana sımsıkı sarılabilirdim... öyle yaptım.. sonra dans etmeye başladık. dans mıydı o?


"ben sana mecburum bilemezsin,

adını mıh gibi aklımda tutuyorum,

ben sana mecburum bilemezsin,

içimi seninle ısıtıyorum...."


ama genel toplum kanısınca, düğündeki dans ilk danstır ya, ben de onun için ilk dans dedim...


"I, I who have nothing
I, I who have no one
Adore you, and want you so
I'm just a no one, with
nothing to give you but oh
I love you.

You, you buy her diamonds
Bright, sparkling diamonds
But believe me, dear, when I say
That she can give you the world
But she'll never love you the way...
I love you.

She can take you to any
place she wants,
To fancy clubs and restaurants
But I can only watch you with
My nose pressed up
against the window pane!

I, I who have nothing "

yeni bir sayfada sana bakmak


her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla
uçak örneğin,
uçurtma mesela
altına konabilir, bir ayağı ötekilerden kısa olduğu için sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir, süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine..

bir beyaz kağıda her şey yazılabilir.
senin dışında..


güzelliğine benzetme bulmak zor..
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden
bir gülden,
bir ilk,
bir son bahardan sor!
belki tabiattadır çaresi, senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin…
ve benim, bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim…

anlarım bitkiden falan… ama anlatamam,
toprağın güneşle konuşmasını…

sana çok benzeyen bir çiçek görüyorum!

sen bana ışık ver, yeter.. bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir,
gelen giden, açan soran, bere budak
yok..
bir şiir istersin içinde benzetmeler olan
kusura bakma sevgilim,
heybemde,
sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok!

uzun bir yoldan gelen,
tedariksiz,
katıksız bir yolcuyum..
yaralı, yarasız sevdalardan geçtim.. koynumda bir beyaz kağıt boşluğun.
her şeyi anlattım: olan, olmayan, acıtan, sancıtan…
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları,
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım,
sever adım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine…

sana bakmak, suya bakmaktır..
sana bakmak, bir mucizeyi anlamaktır…


sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır,
aşk sorgusunda, şahanem, yalnız kelepçeler sanıktır..
ne yazsam olmuyor…
bilir, hatırlayanlar…
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil, tüccarlardır!

sen öyle göz…
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır..


bir tek söz kalır, dişlerimin arasında
ben sana “gülüm” derim, gülün ömrü uzamaya başlar..

verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim..
ben sana “gülüm” derim…
gül, sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz.

sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır!
sana bakmak, suya bakmaktır,
gördüğün suretten utanmak!

sana bakmak,
bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak, allah’ a inanmaktır!

23 Temmuz 2007 Pazartesi

aşk' ın şarkıları.. aşkın ta kendisi şarkılar...


sana aşkımı anlatan/anlatmaya çalışan şarkıların listesini yaptım.. sana şarkı yapabilseydim, bu şarkıları yapardım.. yapamıyorum ama bazen kulağına söylediğim bazen avaz avaz haykırdığım tüm şarkıları tanık kılıyorum sevdama.

sen benim güneşim, ayımsın...

med cezir (levent yüksel)
yeter ki onursuz olmasın aşk (levent yüksel)
uslanmadım ( levent yüksel)

cennet yolu (alpay) - cennete giden ilk sen olursan, üzülme, seninleyim..-
endamın yeter (kıraç)
sen de başını alıp gitme (cem karaca)
lavinia (feridun)
hayranım sana (candan erçetin)
ruhum seninle (metin arolat)
omzumda ağla (nazan öncel)

ı've got to see you again (norah jones)
yağmurdan sonra gelen toprağın kokusu (sertab erener)
yaz gibi gel (suavi)

ölürüm ben sana (zerrin özer)
kıyamam (zerrin özer)

endless love (lionel richie & diana ross )
killing me softly (tony braxton)

aldığım her nefesin birisi senin (zeki müren)
içimdeki büyük aşkı (zeki müren)
seni nasıl sevdim (zeki müren)
al mendilim (zeki müren)
hiçbir şeyde gözüm yok (zeki müren)
beklenen şarkı (zeki müren) -gözlerinin içine başka hayal girmesin...-
bir kızıl goncaya benzer dudağın(zekai tunca)

ı (who have nothing) shirley bassey
tiryakinim (tual)

onun vedası (yaşar)
kör bıçak (yaşar)

destina (yeni türkü)
beni benimle bırak (zuhal olcay)
ayrılık da sevdaya dahil (zuhal olcay)

kusursuz aşk (soner arıca)
ayrılık (soner arıca)

şimdilik bunlar aklıma gelen... ama sen böyle güzel, ben böyle aşık olduğum sürece ne şarkılar söylenir daha..

20 Temmuz 2007 Cuma

eylül akşamı





seninle başlayan ikinci yaşamımın ilk akşamına, beş eylül'e...
ve hayatımın tüm beş eylüllerine..



hiçbir neden yokken
ya da biz bilmezken
tepemiz atmış ve vuruşmuşuzdur
onca neden varken
ve tam sırası gelmişken
hiçbir şey yapmamış
susmuşuzdur
aynı anda aynı sessiz geceye doğru
“içim sıkılıyor” demişizdir
aynı sabahta uyanırken, kimbilir
aynı düşü görmüşüzdür

olamaz mı? olabilir
onca yıl sen orada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında

belki
benim kağıt param
bi şekilde
döne dolaşa
senin cebine girmiştir
belki, aynı posta kutusuna
değişik zamanlarda da olsa
bi kaç mektup bırakmışızdır
ayın karpuz dili batışını izlemişsizdir
denizin kıyısında…
aynı köşeye oturmuşuzdur
köhnede
belki de bi kaç gün arayla

olamaz mı?olabilir
onca yıl sen orada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında

bostancı dolmuş durağında
sen başta
ben en sonda
öylece beklemişizdir
sabah 7.30 vapuruna sen koşa koşa yetişirken
ben yürüdüğümden kaçırmışımdır

aynı anda başka insanlara
“seni seviyorum” demişsizdir
mutlak güven duygusuyla
başımıza başka omuzlara dayamışızdır…


olamaz mı?olabilir
onca yıl sen orada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında

16 Temmuz 2007 Pazartesi

belki..

bu şiiri çok severim, seni de.

Belki Yine Gelirim

Dudaklarimi kanatircasina isiriyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sagnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapiskanlik bitse
ama bir tufan az mi gelir yoksa yine de
yirtilan ve parçalanan birseyler olmali mutlaka
hiç durmadan yirtilan ve parçalanan bir seyler
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana simdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldilar, özledim gülüslerini
bir kenti güzellestiren yalniz onlardi sanki
onlardi çocuklara ve aska ölesiye baglanan
kadinlari güzellestiren herhalde onlardi
'Tükürsem cinayet sayilir' diyordu birisi
tükürsek cinayet sayiliyor artik ama nerde kaldilar,
özledim gülüslerini onlarin
Uzun uzun bakiyorum kivrilan sokaklara
tek yaprak bile kimildamiyor nedense
ve tek tek söndürüyor isiklarini varoslar
alnimi kirik bir cama yasliyorum,
kaniyor kanimin pihtilarinda güllerin serinligi
ve fakat bir cellat gibi yetisiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yasamak neleri ögretiyor, düsünüyorum
okudugum bütün kitaplar paramparça
çikip dolasiyorum aksamüstleri bir basima
bir uçtan bir uca yalnizliklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sirnasik aydinlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasinda sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azaliyor, kuslar azaliyor
ve ne zaman yolum düsse vuruldugun yere
kizgin bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalniz atlarimiz duyuyor artik
biz çoktan unutmusuz böyle seyleri
ama içimde bir sirtlanin dalgin durusu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Içimde zaptedilmez bir kirma istegi dizginlerini koparan bir at
sanki bu soluk soluga kaliyorum her sonbahar


ve sevgilim ne zaman hosgörülü olsa
bir yolculuk düsüyor aklima,
gidiyorum bütün gençligim böylece geçip gitti iste
ama hala bir seyler var vazgeçemedigim
Hangi duvar yikilmaz sorular dogruysa
birgün gelirsek hangi kent güzellesmez
siirlerim bir dostun vuruldugu yerde yakildi
geri almiyorum külleri yanginlar çiksin diye
Devriyeler çikart simdi,
bütün isiklarini söndür
sordugum hiçbir soruyu geri almiyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarimi kanatircasina isiriyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum
bir sagnak patlasa bitse bu kirli ve yapiskan sessizlik,
hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar,
kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi siziyorum gecenin tenha gögüne
sessizce çekip gidiyorum simdi,
sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün ...

Ahmet Telli

o akşam, o masada...


o akşam(on üç temmuz), o masada(green blue), 4 senedir yanımda/yakınımda olan, bu 4 senedir, her allah'ın günü, 24 saatin toplasan en fazla 2 saatini ayrı geçirdiğim seni, yeniden buldum ben..


ve o malum espri aklıma geldi: "-annenle 25 yıl evli kaldık oğlum, -sonra n'oldu baba?, -anneni tanımaya başladım." bu durum, gerçek!


sana hep söyledim, seni tanımayanlara da, "bi insana ya ilk bakışta aşık olur, tanıdıkça yanılabilirsiniz ve acı çekersiniz... ya da bi insana hergün yavaş yavaş aşık olur, şükredersiniz." diye... eğer şanslılardansanız tanrı size ikinciyi nasip eder.. bana etti. senin hergün yeni bi tarafını keşfettim, bi tarafına kızdıysam öbür tarafına aşık oldum.. ama hep aşık kaldım, hergün...


ülkü tamer'in dediği gibi, "seni birden bire değil, usul usul sevdim" bundan memnun muyum? çok!

bazen öfkenin heybetine tutuluyorum, bazen şefkatinin pamuksu yumuşaklığına... kimi zaman reddiyelerinin dirayetine, kimi zaman teslimiyetinin verdiği şaşkınlığa.... beni everest'teymiş gibi hissettirmeni de seviyorum, -o anda değil ama etkisi geçip de ben muhasebimi yaptığımda- cehennem kuyularına atıp nefsimi tuzla buza çevirmeni de... "ben olup bizi kaybetmek" hatasından beni kurtarmalarını da.. en çok ama en çok sana arkamı döndüğünde "ben burdayım, ne olursa olsun/ ne olursan ol buradayım/yanındayım" diyen sarılışına vurgunum ben...
o akşam, o masada neler konuştuk, sıradan şeyler. ama ben neler buldum, bilsen! anlatamam...
sana olan tüm kızgınlıklarım, tüm birikmişliklerim, tüm ertelenmişliklerim ve kendi yarattığım tüm yanılgılar silindi gitti... şimdi sıfırdan başlıyorum sana/ seni okumaya, ey benim adı kainatımın kitabı olan sevgilim...


13 Temmuz 2007 Cuma

erkeğim

rüyalarım sen
dualarım sen
eğer gidersen
başlar tende güz
kalbim,
önünde bir kız çocuğu
kıyabilirsen gel üz...
başka sularda inan seyrim yok,
sana soyundum
varsa yoksa sen
bir sözün ile ihtiyar olur
bahtiyar olur bu ben
savurur sevdan sevinçten hüzne
dile benden ne dilersen
ah o sevişler
o terk edişler
erkeğim...
cehennem cennetimsin

uslanmadım




usanmadım, uslanmadım
utanmadım karşılıksız sevmelerden
açık yara misali yüreğimin hali
aşktan başka bir şeye inanmadım

öğrenmedi gönül, yaşlanmayı
dünya zamanıyla gün saymayı
saldım semaya özgür en kara sevdayı
senden başka bir şeye inanmadım

bunalmadım,bulanmadım
yoksa orman misali yanar mıydım?
aşktan ölmeseydim, aşka doymasaydım
kendimi masallara adar mıydım?

mucize oldu, sevda açtım...


şiir yazabilmek gibi bir yeteneğim olsa, ne bileyim, mesela sezen aksu olsam:) sana bunları yazardım:
"yok, hayır, çoktan unutulmuş
artık aşklar aşk değil" derken,
ince bir hüzün ilmek ilmek hasreti örerken
mucize oldu, sevda açtım...
aldım kendimi, sana kaçtım...
ciğerimin köşesi, canımın canı
seni gönderene şükürler olsun
yüreğimin ateşi, başımın tacı
kara gecelerime ay gibi doğdun...

ötesi var mı?

binlerce fotoğraf arasından bi fotoğraf seçmek icap etse... deseler ki 'hangisi aşkı anlatır?' herhalde budur en çok seçileni.. ötesi var mı?

'mezarda böceklere ezberletirim güzelliğini....'

sen benim şahanemsin... her dakikasına ayrı şükrettiğim, her iklimini ayrı sevdiğim.. ve ben hala aynı duadayım, sen anlarsın:)